Müjde Işıl – Sinemamız açısından bereketli bir sene yaşıyoruz. En üretken ve sevilen yönetmenlerimizden Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan bu sene hem fotoğraf sergileriyle hem de yeni filmleriyle hayranlarının karşısına çıktı. Zeki Demirkubuz “Yeraltı” ve sonrasında, ilk dönem filmlerinden farklı, ‘damardan’ olmayan öykülere yönelmişti. Yeni filmi “Hayat”ta eski tarzına geri dönerken üzerine biraz da iyimserlik, olumluluk ekliyor.
Filmin ilk sahnesinde Rıza ile Hicran’ın bozulmuş nişanı hakkında konuşmalara şahit oluyoruz. Rıza görücü usulü de olsa Hicran’ı sevmiş ama Hicran kendine çizilen hayat planını istemeyip İstanbul’a kaçmış. Rıza da onun peşinden büyük şehre gidiyor. İkilinin yolları bazen kesişirken bazen de başka hayatlara dahil oluyorlar.
Filmin posterinde ve konusunda Hicran’ı görüyoruz ama Demirkubuz neredeyse filmin ortalarına kadar bizi Hicran’la yüz yüze getirmiyor. Dolayısıyla “Masumiyet” ve “Kader”deki Uğur’un fiziki ve mental baskınlığı “Hayat”ta bir nevi hayalet izleğine dönüşüyor. Herkes Hicran’dan bahsediyor ama vesikalık bir foto hariç onu sakınıyor Demirkubuz. Öyle ki filmin kahramanı Rıza oluyor bir bakıma.
Kaotik bir toplumsal özet
Hikâye açıldıkça filmin kahramanları ikiye bölünüyor. “Aşk köpekliktir” diyen erkekler ve onların fetişleştirdiği Hicran… “Masumiyet” ve “Kader”deki gibi… Ama o filmlerde Uğur’un kendini var etme alanı daha geniş ve derinlikliyken “Hayat”ta Hicran’ın varlığı gizli özneye dönüşüyor. Film boyunca ismiyle, yüzüyle var oluyor ama çevresindeki erkeklerin varlığı, istekleri, beklentileri belirleyici.
“Masumiyet” ve “Kader”de de etkin olan bu yaklaşım Demirkubuz sineması ile kurduğunuz bağa göre yorum farkı oluşturuyor. Erkek egemen bakış açısıyla baktığımızda erkeklerin hâkim olduğu, kendini kadın üzerinden tanımladığı, kadının erkeklerin felaketi olduğu bir dünya…
Hicran’ın kendisini istemeyen, despot babasını daha çok severken vefakâr annesini pısırık olarak nitelemesi, bunun örneklerinden biri. Karşı açıdan baktığımızda ise kadının erkekler tarafından hapsedildiği, kısıtlandığı, özgürlük alanının bırakılmadığı kaotik bir toplumsal özet…
Her iki açıdan da bakıldığında Demirkubuz bu erkek egemen dünyayı erkek haykırışlarıyla, kadının varlığını hem neden hem de sonuç olarak kodlayan yaklaşımıyla ilk dönem filmlerinin yoluna geri dönmüş görünüyor. Kader ve yazgı kavramlarına yaklaşımında da devamlılık söz konusu. Hicran ve Rıza’nın ortak rüyaları görmeleri, iki gencin ailelerinin kendileri için hazırladığı plana doğru akışları, Demirkubuz sineması için çok tanıdık. Peki yeni filmde hiç farklılık yok mu? Var, hem de kritik bir değişim var. Her ne kadar kader ve yazgıya teslimiyet olsa da daha aydınlık ve iyimser bir bakışı var yönetmenin. “Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum” mottosunu “Hayat”ta yumuşatmış sanki. Belki de kadere yaslansan da dirensen de her yol aynı yazgıya çıkıyor diye de okumak mümkün finali ama iyimserlik tonunu hissetmemek de imkânsız. Brad Pitt’li espriyi de unutmayalım tabii.
Miray Daner, Hicran karakterine hem direnişçi hem de femme fatale’ımsı bir yorum getirirken Burak Dakak ise simasının mülayimliğini Rıza karakteri ile bütünleştiriyor. Cem Davran’ın başarıyla canlandırdığı Öğretmen Orhan karakteri de Hicran ve Rıza kadar akılda kalıcı.
Bir yanıt bırakın