İstanbulluysan bin dolmuşa

Efnan Atmaca – Hemen her gün bindiğimiz dolmuşlar ulaşımın her daim sorun olduğu İstanbul’un bırakın Türkiye’yi, dünyaya armağanı. Bugüne kadar ulaşım sorununu nasıl çözdüğü uzun bir tartışma konusu olsa da şehrin kültüründe büyük izler bıraktığı gerçek. Nedim Gürbüz’ün deyimiyle bir ‘Dolmuş Cumhuriyeti’ var İstanbul’da. Birbirini tanımayan insanların dertleştiği, konuştuğu, ahbaplık kurduğu, günlük koşturmacının stresini atmak için bazen hatta çoğu zaman didiştiği bir cumhuriyet. İnsanların hayatlarına direkt ya da uzaktan etki eden sohbetler yaşanır dolmuşlarda. Örneğin benim kaderimde derin izleri var böyle bir sohbetin. Annem işe giderken tanıştığı bir kadından çalışan ebeveynlerin çocukları için akşama kadar eğitim veren Göztepe Pansiyonlu İkokulu adlı bir okul olduğunu öğreniyor ki bahsettiğim daha özel ilkokul furyasının olmadığı dönemler, beni de oraya yazdırıyor yaşım gelince. Yine ortaokul yıllarında Taksim-Bostancı dolmuşunda tanıştığım çantasının üzerindeki ‘peace’ işaretlerinden dolayı ‘Barış Abi’ adını taktığımız idealist bir gazetecinin maceralarını dinlediğim o yolculuk sonrası bu mesleğe heves ettim. 

Aşçı Halit’in buluşu 

Anadolu Yakası’nda oturanlar için dolmuş eski Amerikan arabalarını akla getirir. Ford, Plymouth, Dodge, Buick, Chevrolet… Minibüs daha sonraları girer hayata, ona da yine biz ‘karşı’nın sakinleri sadece ‘minibüs’ deriz. Zaten İstanbul’a da 1960’larda geliyor minibüsler. Dolmuşlar ise 1929’da patlak veren ekonomik krizle. Türk insanının kıvrak zekâsının bir örneği, yani parasızlığın nelere kadir olduğunun bir ispatı. Cağaloğlu’nda aşçılık yapan Halit, lokantasına müşteri getiren taksi şoförleriyle yaptığı sohbetlerden sonra meslek değiştiriyor. Ancak bu değişiklik krize denk gelince diğer meslektaşları gibi siftah yapamadan eve dönüyor. Aklına bir fikir geliyor ve aynı yöne giden dört kişiyi arabaya doldurarak dolmuş fikrini buluyor. Böylece Nişantaşı- Eminönü seferine başlıyor. Sonra da devamı geliyor. Gıcır gıcır Amerikan arabalarıyla yolculuk pek keyifli olsa da ilginç şeyler de yaşanıyordu elbette. Kendi seçtiğim kız kardeşimlerinden biri Bağdat Caddesi’nde hava atmak için turlayan Amerikan arabasına dolmuş diye binince, sahibi aksini ispatlayamayıp arkadaşımı Kadıköy’e götürmüştü. Yolda da ahbaplık etmişlerdi elbette. 

Sahilden mi Ziverbey’den mi? 

Arabesk kültürünün öncülerinden minibüsler ise 1960’larda sahne alıyor İstanbul’da. “Çiçek Abbas”, “Sultan” gibi filmlerle bu kültürün “Âşıksan vur saza, şoförsen bas gaza” mottosu da hayatımıza giriyor böylece. Ama benim gönlüm Amerikanını altına çeken ilk feministlerden “Şoför Nebahat”te kaldı hep. Amerikan arabaları 1980’lerin sonunda veda ediyor bize, yedek parça vs bulamamak gibi nedenlerle yani yine ekonomik sorunların sonucu yerini bugünkü sarı dolmuşlara bırakıyor. “Dolmuş Cumhuriyeti”nin İstanbul’da nasıl bir özerk yeri olduğunu anlatan “İçinden Dolmuş Geçen İstanbul” adlı kitabı Ali Can Sekmeç hazırlayıp lastiklerin izini takip ediyor şimdi de. Şarkılardan, filmlerden, dizilerden, karikatürlerden, her birimize gülümseten anlar bırakan dolmuş sohbetlerinden dem vuruyor. Biraz nostalji iyi geliyor. Benim payıma da AKM’nin önünden kalkan “Sahilden mi Ziverbey’den mi?” diyerek binip, ilk gençliğimin izlerini bıraktığım sarı dolmuşları yad etmek düşüyor.

Bulut Aras, 1978 yapımı “Sultan” filminde minibüs şoförüydü.

Egzozumun dumanı yoktur yârin imanı

Sanat Güneşi’ni anmadan olmaz. Pek çok şarkı vardır içinden dolmuş geçen ama en güzel Zeki Müren’in söylediğidir. “Şoför abi, yolun açık olsun” diyaloğuyla başlar. Sonra da Müren’in duru sesinden dinlenir: “Buick su gibi akar, Cadillac fazla yakar Bizim taka dururken anam, Chevrolet’ye kim bakar Egzozumun dumanı, yoktur yârin imanı Çok fazla recon kesme, karışır şanzımanı…”

Kasımpaşa-Şişhane Mordi’den sorulur

Eskiden hayat mı daha masumdu yoksa insanlar mı daha iyiydi? Mesela bir Mordi varmış. Babam anlatırdı. Yahudi olan Mordi kendini dolmuş sanırmış. Bütün gün Halıcıoğlu-Şişhane arası elinde Amerikan’dan çıkma bir direksiyonla gider gelir dolmuşçuluk yaparmış. Kimse de ellemezmiş onu. Yine o zamanlarda duraklarda kâhyalar olurdu ya onu sıraya sokarlarmış. “Sıra sende Mordi” derlermiş. Sonra da “Hadi, doldun, kalk!”. Mordi de basarmış gaza. 1986’da Hasköy’deki Yaşlılar Evi’nde ölmüş Mordi, en çok da çocuklar severmiş onu. “Bizi de al” diye takılırlarmış peşine.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*