Girit’e yaptığımız gezi sırasında gördüğüm restorasyon çalışmaları vesilesiyle koruma ve dondurma arasındaki farkı bir kez daha gündeme getirmek isterim. Dondurma bir yapının yaşamla ilgisini keser, koruma ise onun yeniden hayat bulmasına yardımcı olur.
Mimar, arkeolog, şehirci ve hukukçulardan oluşan bir grup arkadaşla uzun süredir ayda bir kez toplanıp sohbet eder, yemek yeriz. Yemekten sonra içimizden biri mimarlık, arkeoloji ve şehircilik konusundaki düşünce ve deneyimlerini bizimle paylaşır. Bizler de soru sorar, bazı açıklamalar yapmasını isteriz, bol sohbetli hoş bir gece geçiririz. Zaman zaman hep birlikte yurt içi ve yurt dışına geziler düzenleriz. Bazen yirmi kişiyi bulan bir grupla gittiğimiz gibi neşeli, dostluk içinde geri döner, heyecanla bir sonraki geziyi planlamaya başlarız. Bu geziler sırasında önceden planladığımız gibi şehirleri, ören yerlerini, anıt yapıları ve müzeleri dolaşır, gördüklerimizi birbirimizle tartışırız. Çoğunlukla üç gün, iki gece süren bu gezilerin en eğlenceli taraflarından biri de hep birlikte yediğimiz akşam yemekleridir.
19-21 Ocak 2024 günleri böylesi bir gezinin yönü Girit’ti. Özellikle Knossos Ören Yeri’nde yapılan onarım ve düzenleme çalışmalarını merak ediyorduk. Ben bir grup dostumla 2002 yılında Girit’e gitmiş ve Knossos Ören Yeri’ni gezmiş çokça da fotoğraf çekmiştim. Acaba aradan geçen yirmi iki yılda ne gibi değişiklikler olmuştu? Üstelik seyahat öncesi Prof. Dr. Sait Başaran detaylı bir araştırma yapmış ve bizi yerinde bilgilendirmek için özenle hazırlanmıştı. Gerek gezi gerekse Girit merak uyandırmış olmalı ki bugüne kadar ki en kalabalık (25 kişi) gezimiz oldu.
19 Ocak 2024 Cuma günü, sabaha karşı saat 02.00’de İstanbul’dan Atina’ya doğru hareket ettik. Yaklaşık altı saat Atina havalimanında uyku ile uyanıklık arasında vakit geçirdikten sonra saat 08.00 uçağı ile Girit’e uçtuk. Saat 09.00 gibi Kandiye şehrinin Nikos Kazancakis adı ile anılan havalimanına indik.
Hanya Municipal Market, restorasyon esnasında
Faistos Ören Yeri
Hemen otobüse doluşup, Faistos (Phaistos) Ören Yeri’ne doğru yola çıktık. Faistos yerleşmesi, Knossos ile hemen hemen aynı tarihlerde oluşmuş olup erken Tunç Çağı’nı işaret etmektedir. Faistos’un önemi kazılar esnasında bulunan bir diskten de gelir. 1908 yılında İtalyan arkeolog Luigi Pernier tarafından Faistos’un Minos Saray alanında bulunan pişirilmiş kilden, 15 santimetre çapındaki diskin her iki yüzü spiral şeklinde sembollerle kaplıdır. 45 farklı işaretten oluşan 241 simgenin, saat yönünde merkeze doğru yönelmiş bir görünümü vardır. Diskin ne anlattığı konusunda çeşitli fikirler ileri sürülse de günümüze kadar neyi ifade ettiği kesin olarak anlaşılamamıştır. Gerçek bir Minos eseri olarak kabul edilen diskin simgelerine benzeyen bezemeler bulunan bir yüzük de 1926 yılında gün yüzüne çıkartılmıştır. Kandiye’den (Heraklion) yaklaşık bir saat süren seyahat sonucu ulaştığımız Faistos Ören Yeri, güzel ve akıllıca düzenlenmişti. Hemen her noktada açıklayıcı bilgi panolarının bulunduğu alan, genç-yaşlı herkesin kolayca yürüyebileceği yollarla, çeşitli kotlar arasında dolaşmaya imkân sağlayan geniş merdivenlerle donatılmıştı. Yer yer yapılan tamlamalarda büyük boyutlu beton blokların kullanıldığını gördük, ancak bu eklerin işçilikleri mükemmeldi. Bu tamlamaları konuya hâkim olmayan, gözünü eğitmemiş bir kişinin fark etmesi mümkün değildi. Her zamanki gibi aklıma bizim bazı çok bilmiş akademisyenler geldi! Bu akademisyenler hem bilmezler hem de bilmediklerini bilmeyip, ülkemizin benzer uygulamalar ile ören yerlerini düzenlenmesine engel olmaya çalışırlar.
Knossos’a doğru
Bir saati aşkın gezi sonrası, bu kez Knossos Ören Yeri’ne doğru hareket ettik. Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası Knossos Ören Yeri’ne ulaştık. Daha öncede bahsettiğim gibi yaklaşık yirmi iki yıl önce bu ören yerini gezmiş ve çok sayıda fotoğraf çekmiştim. Bu kez de hem ören yerini daha detaylı gezip hem de çok sayıda fotoğraf çektim ve İstanbul’a dönünce bu kareleri karşılaştırmaya, zaman içinde Knossos Ören Yeri’nde ne gibi yeni uygulamalar yapıldığını öğrenmeye çalıştım. Knossos Ören Yeri gerek Akdeniz gerekse dünya tarihinde çok önemli ve tanınan bir arkeolojik alan olduğu için onu sizlere başka bir yazı ile daha detaylı olarak anlatmak isterim, bu nedenle bu bölümü kısa geçip, ilk gece kaldığımız Kandiye ile devam etmek isterim.
Faistos Ören Yeri’ndeki beton blok duvar tamlamaları
Kandiye
Girit Adası’na ilk Arap akınları Emeviler döneminde olur. I. Muâviye’nin (661-680) halifeliği sırasında Arap Ordusu 673 veya 674 yıllarında Girit’e sefer düzenler, bu sefer sonucu bazı köy ve kasabalar yağmalanıp geri dönülür. Ancak Girit’in tümüyle fethi halife Me’mûn (813-833) döneminde gerçekleşir. Daha sonra Geç Roma ve Venedik hâkimiyeti altında kalan ada, 1669 yılında birkaç kale hariç Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girer. Kandiye isminin, Arapların kurduğu “Rabazulhandak” şehrinin adının zaman içinde halk arasında “handak, kandak” şeklinde telaffuzu sonrası oluştuğu ileri sürülmektedir. 175.000’e ulaşan nüfusu ile Kandiye adanın en büyük şehri olup aynı zamanda Yunanistan’ın dördüncü büyük şehridir. O akşam otele yerleştikten sonra, deniz kıyısında “Ippokampos” isimli lokantada mükemmel bir yemek yedik. Gerek yemeklerinin kalitesi gerekse fiyatlandırma açısından Girit’i ziyaret eden herkese bu lokantayı tavsiye ederim.
Resmo ve Hanya
20 Ocak 2024 Cumartesi günü Resmo’ya doğru yola çıktık. Önce Girit’in isyanına öncülük eden Arkadi Manastırı’nı ziyaret ettik. Oldukça bakımsız kalan manastırın güçlükle hayata tutunmaya çalıştığınız gördük. Manastırın içindeki küçük bir müzede enteresan objeler vardı. Bir süre sonra Resmo şehrine geldik. Muhteşem bir limanı ve limanın ucunda görülmeye değer bir fener bulunuyordu. Yolumuza devam ederek Kandiye’ye iki saat uzaklıktaki adanın ikinci büyük şehri Hanya’ya ulaştık.
Hanya’nın özellikle liman çevresi gezilecek en önemli bölge; kahveler, lokantalar, pansiyonlar ve butik oteller… Ocak ayı sonları olmasına rağmen çok sayıda turistin dolaştığı bu alanda bizden bir yapı da kaderine terk edilmiş olarak varlığını sürdürmekteydi. Hanya’nın ilk Türk komutanı Hasan Paşa tarafından 1645 yılında inşa ettirilen bu cami; Küçük Hasan Paşa Camii, Yalı Camii, İskele Camii ve Yeniçeri Camii isimleriyle de anılmaktadır. 1920 yılında ibadete kapatılan bu cami aradan geçen uzun yıllar boyunca çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Güzel bir mevsimde Hanya’yı ziyaret etmenizi eski anılarımızın canlanması açısından tavsiye ederim.
Hanya Municipal Market
Hanya’da gerek Türk döneminden gerekse ondan önceki ve sonraki dönemlere ait çok sayıda yapıyı özellikle de Hanya Arkeoloji Müzesi’ni gezdik, gün boyu sokaklarında dolaştık. Ama en çok ilgimizi çeken yapı şehrin tam ortasında yer alan Kapalıçarşı oldu. Tüm gezi rehberlerinde gezilmesi gereken bir yapı olarak belirtilen “Hanya Municipal Market” kapalıydı, restore edilmekteydi. 1908 yılında yapımına karar verilen bu çarşının temeli 1911 yılında atılır ve 1913 yılında açılışı yapılır. Zaman içinde Hanya’nın en önemli ticari yapısı hâline gelen market, ortaya çıkan bozulmalar ve değişen istekler karşısında çağdaş olanaklar sunulması amacıyla restore ediliyordu. Dış duvarları yöresel taştan, kâgir olarak inşa edilen yapının, taşıyıcı duvarlarının bir kısmı muhafaza edilerek, tümüyle yenilenmek üzere projelendirilmişti. “Beton alerjisi mi, bilgi eksikliği mi!” olduğu şüpheli bir grup, her şeyi bildiğini sanan ülkemiz uzmanlarına karşın, betonarme olarak yenilenmekteydi. 2023 yılı ortalarında başlayan yenilemenin 2024 yılı yaz ayları içerisinde bitirilmesine çalışılıyor. Yapıyı çevreleyen güvenlik bariyerlerinin üzerine eski fotoğraflarının yanı sıra yeni yapının nasıl olacağına dair canlandırmalar da asılmıştı.
Doğrusu çok üzüldüm! Benim güzel ülkemin insanlarının böylesi yenilenmiş ve çağdaş beklentilere cevap veren yapılara kavuşmasının önüne dikilen düşünce bariyerine lanet ettim. Yabancı dil bilen, dünya literatürünü takip ettiğini söyleyen, uluslararası koruma organizasyonlarında görev alan insanlarımızın ne gibi bir sorunu var? Gerçekten anlayamıyorum! Tüm dünyada gerek geçmişe ait gerekse günümüze yakın tarihlerde inşa edilmiş yapılara yapılan bu tür müdahaleler niçin ülkemizde de yapılmaz ve çoğu yapımız kaderine terk edilmiş hâlde yıkılmayı bekler? Yetkili bürokrasinin bu gibi uygulamaların getirdiği artı değeri ve bazı bölgelerin canlanmasına yaptığı katkıyı görmesi ve içinde bulunduğu bağnazlıktan kurtulması gerekir. Artık herkes koruma ile dondurma arasındaki farkı anlamalıdır. Dondurma bir yapının yaşamla ilgisini keser, koruma ise onun yeniden hayat bulmasına yardımcı olur. Bunun farkına varılmasına şiddetle ihtiyacımız olduğunu tekrar tekrar vurgulamak isterim.
Bir yanıt bırakın