SERAY ŞAHİNLER- Şehirlerin kendine has özelliklerinden biri de müziğidir. Her medeniyet, kendine has tınılarını kendi karakteriyle inşa eder. Kültür mozaiğinin en güzel parçalarına sahip bir medeniyet olarak bu çok seslilik, şanslıyız ki müzik tarihimize altın notalarla işlenmiş.
Esenler Belediyesi tarafından, tanbur sanatçısı Hakan Dedeler’in hazırladığı “Müzik İstanbul” adlı kitap, her köşesinden dakika başı farklı seslerin yükseldiği İstanbul’un müzik tarihine yolculuk yapıyor. Kainattaki ahengin en güzel tınılarından İstanbul’un ‘çok sesli’ kimliğini yansıtan bu kapsamlı çalışma, mûsikînin İstanbul’un fethiyle birlikte bu topraklardaki seyrini, müzik eğitimi, bestekârlar ve güftekârlar, sazlar ve sazendeler, halk müziği, tasavvuf müziği ve Avrupa müziğini eksenine alarak irdeliyor.
Kültürel yapı
“Müzik İstanbul”da İstanbul’un müzik hafızası sekiz farklı bölümde 35 ayrı makalede incelenmiş. Kitapta ‘İstanbul ve Türk Mûsikîsi’, ‘İstanbul’da Müzik Teorisi Çalışmaları’, ‘İstanbul’un Kadın Bestecileri’, ‘20. Yüzyılın İlk Yarısında İstanbul’daki Bestekâr Neyzenler’, ‘İstanbul’un Sazları’, ‘İstanbul Mevlevîhâneleri’nde Müzik’, ‘İstanbul’un Yitik Operası: Naum Tiyatrosu’ gibi önemli konu başlıkları var. Alanında öne çıkmış isimler, bilinmeyen pek çok noktaya temas ederek şehrin müzikle ilişkisine çok yönlü bir bakış sunmuş.
Neyzen Doç. Dr. Süleyman Erguner giriş yazısında İstanbul’un müzik tarihini İstanbul’un Fethi’nden bugüne tarihliyor. Uğur Zeynep Güven İstanbul’un çokkültürlü müzik sahnesine, Cem Behar İsmail Dede Efendi’ye, Cihat Aşkın kemanın Osmanlı’daki serüveni ve 19. YY’da İstanbul’u ziyaret eden Avrupalı kemancılara, Osman Cemal Kaygılı İstanbul’da semaî kahveleri ve meydan şairlerine, Safa Yeprem İstanbul mabetlerindeki müzikal tınılara, Uğur Alkan kentte yüzlerce yıldır beş vakit yükselen ezan sesine eğiliyor. Makaleler müzik bilimi ve tarihi açısından çizdiği tablo kadar, İstanbul’un geleneklerine, sosyolojisine, günlük yaşantısına, ağırladığı medeniyetlere, kültürel yapısına da ışık tutuyor. İstiklal Marşı bestekârlarından Ûdî Ali Rifat Çağatay, Neyzen Aziz Dede, Rauf Yekta Bey, Niyazi Sayın ve ismini bu satırlara sığdırmanın mümkün olmadığı onlarca kıymetli müzik insanı kitapta hayat hikâyeleriyle ve Türk müziğine katkılarıyla yer buluyor.
Kadın besteciler
Kitabın en önemli bölümlerinden biri İstanbul’un kadın bestecileri. Prof. Dr. Ali Ergur’un incelemesinde bugün sanat tarihi yazımında göz ardı edilmesinden yakındığımız kadın sanatkârların varlığına ve hatırlanmasına katkı sağlıyor. Filmi daha da geriye götürerek ‘Adı yazılmayanlar, eseri silinenler’ bölümünde İstanbul’un kadın bestecileri arasında bilinen en eski ismin Kasia olduğunu belirtiyor Ergur. Soylu bir ailede dünyaya gelen, fetihten çok önceki yıllarda yaşamış (805’te dünyaya geldiği tahmin ediliyor) Kasia’nın ilahileri bugün hâlâ Doğu Ortodoks Kiliseleri’nde söylenmeye devam ediyor. Osmanlı’da ise 15 ila 17. YY arasında kayıtlara geçen kadın besteciye rastlanmasa da Türk Makam Müziği tarihinde en eski tarihe konumlandırılacak bestecinin Reftar Kalfa olduğunu görüyoruz. Dimitrie Cantemir’in 17. YY sonlarında yayımladığı “Kitâb-ül İlmü’l Mûsikî alâ Vechü’l Hurûfat” adlı kitabında rastlanan Reftar Kalfa’nın adına kayıtlı farklı makamlarda peşrev ve saz semaîlerinin olduğunu öğreniyoruz. 19. YY’dan itibaren ise saray çevresinde iyi eğitim alan, çoğu hanedan mensubu kadın besteciler yetişiyor. Fehime Sultan, Adile Sultan, Rukiyye Sultan, Hatice Sultan gibi isimler musikînin yanında Avrupa makam ve müziğine de katkıda bulunmuş.
III. Murad’ın huzurunda mehteranı gösteren minyatürler.
“İstanbul’un Tangoları Tangoların İstanbul’u”, “İstanbul Kantosu”, “Türkiye’de Caz Tarihi İstanbul’la Başlar” gibi günümüze daha yakın dönemde şehrin ‘çağdaş’ müzikle kurduğu ilişkiyi de görmek mümkün. 20. YY başlarından itibaren Batı ve Doğu müziğinin buluşması, Türk, Ermeni, Rum, Balkan müziklerinin harmanı olarak vuku bulan kantolar, bu alanda eserler üreten Türk besteciler, nota kapakları, tatavla havaları; 1960’lardan itibaren sokak şarkıları ve Türkiye’de karşılık bulmaya başlayan cazın seyri, bu alanlarda eserler üretmiş, müziğin gelişmesine katkı sunmuş müzisyenler ve olaylarla kaydediliyor. Kitabın görsel açıdan oldukça zengin olduğunu da belirtmeliyim. Tarihî fotoğraflar, kişisel arşivlerden çıkan kareler, tablolar ve nota kâğıtları; İsmihan Züleyha Dedeler’in kitaba özgü minyatür tasarımlarıyla daha da zenginleşmiş.
“Müzik İstanbul”, şehrin müzikle ilişkisini belirginleştirirken müzik kültürüne de pencere açıyor. Kültürel ilhamın, köklerle ve modernle buluşmasındaki rolüne ve geçmişte bu konuda yapılan çalışmalara baktıkça bir kez daha İstanbul’un bambaşka bir senfoni olduğuna kanaat getiriyorum. Kitaba www.esenler.bel.tr adresinden çevrim içi olarak ulaşabilirsiniz.
Disiplinleri buluşturuyor
Hakan Dedeler kitap hakkında şunları söylüyor: “‘Müzik İstanbul’un İstanbul ile ilgili bu zamana kadar yazılmış en kapsamlı ve en geniş perspektiften bakan bir müzik kitabı. Eser, 996 sayfadan oluşuyor. Kitapta akademisyenler, araştırmacılar, icracılar, halk araştırmacıları yer aldı. Bu kitap İstanbul’un kendi müzik kültürünü anlattığı kadar aynı zamanda İstanbul’da yaşayan müzik kültürlerini de anlatıyor. Biliyorsunuz İstanbul bir kültür metropolü ve bu metropolde birçok kültürü yaşıyor. Bunu kendine ait kültürler, kendine ait olmayan kültürler olarak ifade edebiliriz. Bu çalışma bunların hepsini kapsıyor. Hem müzik açısından hem felsefe hem sosyoloji açısından birçok branşı bir arada bulunduran değerli bir çalışma. Bunun yanı sıra kitapta minyatür sanatı da var, kaligrafi sanatı da. Sanatsal disiplinleri bir araya getiren bir çalışma olarak kitabı ifade edebiliriz.”
Bir yanıt bırakın